8 Temmuz 2010 Münih
Sabah 9 gibi uyandık ve eşyalarımızı toplayıp kamptan ayrıldık. Çantaları garda kilitleyip Münih’i gezmeye başlayacaktık. Bu arada kilit parasını makine yuttu. Yardım istediğimiz görevli Türk’tü. Sağolsun hemen parayı kurtardı. Münih’te şehir merkezini, Deutsches Museum’u ve Englischer Garten’ı gezdik. Buralarla ilgili söylebileceğim müzedeki elektrik şovu çok dandik yarım saat beklemeye gerek yok bir bakıp çıkılabilir. Onun dışında bir sürü ıvır zıvır var. Englischer Garten’da hoş olmayan çıplak insanlar vardı. :/ Yeşil alan çoktu. Oturan, piknik yapan, voleybol oynayan, yüzen bir sürü kişi vardı. Biz de akşam trenin kalkış vaktini beklerken oturup 51 oynayarak vakit geçirdik.
Neuhauser Strasse |
Deutsches Museum girişi |
Englischer Garten |
8-9 Temmuz 2010 Münih -> Berlin
Berlin’e geçerken yine gece trenini tercih ettik. Sanırım hayatımın en kötü anlarından birini o trende yaşadım. Tren epey kalabalıktı. Yine de şans eseri dört kişi aynı kompartımanda yer bulabilmiştik. Bu sefer yanımızda biri orta yaşlı biri daha genç iki adet Meksikalı abi de vardı. Pek sesleri çıkmıyordu. Sakin tiplerdi. Almanya tren kalitesi olarak en üst seviyeydi fakat aynı şeyi gece trenleri için söyleyemeyeceğim. Bindiğimiz tüm gece trenleri kötüydü. Bu seferki havasız ve rahatsız bir trendi. Oturduğumuz kısım eşyalarımız yüzünden tıkış tıkış oldu. Hareket edecek yer kalmadı. Meksikalı ağabeyler pencere kenarlarını kapmıştı. Bize de kapı tarafı kalmıştı. Yolculuk çok kötü başlamadı aslında. Kapı tarafından olduğum için gelen geçeni izliyordum. Benden yaşça biraz büyük duran güzel bir kız bizim bölümün önünden geçip duruyordu. Bakıştık ama koca trende izini kaybettim :/
Gece 2’ye doğru tamamen koptu olay. Tren yolculuğunu Cumhan defterine özetlemiş zaten ondan aynen buraya aktarıyorum:
“Tren yolculuğumuz gayet kötü geçti. Doğru dürüst uyuyamadık, çok sıcaktı ve Anıl birazcık kafayı yedi.”
Müthiş özetlemiş. Yolculuk boyunca sonraları diğer üçlünün de başına gelecek olan piyango ilk bana vurdu. Uyumaya çalışırken garip bir tren yolculuğu etkisi yaşadım. Yazıya dökmek biraz zor olacak. Gözlerimi kapatıp uykuya geçme evresinde çok gerçekçi, halüsinasyon tarzı şeyler gördüm. Valencia-Barcelona arası trende gördüğüm daha açıklayıcı olabilir bu konuda:
Barcelona treni Flashforward-> Görevliler yolculuk öncesi müzik dinlemek isteyenler için vagonda kulaklık dağıttılar. Bu gerçekte olan kısımdı. Yolculuk başladı ve epey zaman geçti. Ben uykuya dalarken görevliler kapıyı çalıp aynı şekilde şampanya ikram ettiler bize. Görevliye gülümseyip bardağı tam alacakken gözümü açtım kimse yoktu ve aynı noktaya bakıyordum hayalde de gerçekte de. Evren de nerede olduğunu hatırlamıyorum ama bir trende Zafer’in yanındaki koltuktan kalkıp trenden indiğini görmüş ve nereye gidiyorsun demiş ondan yanıt alamayıp panik yaparken uyanmış ve Zafer yanında oturuyormuş. Cumhan’dan da siyahi bir teyze yer istemiş trende. Tam olmaz diyecekken gözünü açmış karşısında kimse yokmuş tabi. Anlattığım şeyler rüyaya benziyor ama rüyadan daha gerçekçi görüntülerdi ve çok kısa sürüyordu hepsi. Cidden o kadar gerçekçiydi ki gözümü açınca büyük bir huzursuzluk hissediyordum.
Berlin treninde yaşadığım bunların en yoğunuydu sanırım ve tam olarak ne olduğunu anlamamıştım. Bu arada bunlar olurken Evren hafif nezleydi o yüzden erken uyumuştu, Zafer uykuya dalmıştı, Cumhan ise defterine Münih’i yazıyordu.
“Cumhan iyi değilim ben.” dedim. Bu sırada yazı yazmayı bitirmişti. Neyim olduğunu sordu anlatamadım tam. “Uykuya dalarken deliriyorum, hayal gibi bir şeyler.. Biraz uyumayayım. Konuşalım azcık. Sonra geçer heralde” dedim.
Cumhan’dan gelen yanıt efsaneydi: “Abi yorgunluktandır. Uyu geçer.”
“Lan uyuyamıyorum işte uyumaya çalışınca oluyor zaten. İki dakika sohbet edelim kafam dağılsın.”
En son “Abi kusura bakma çok yorgunum. Zafer’de uyku ilacı var söyle onu versin sana. Gözlerim kapanıyor artık. Hadi iyi geceler sana.” dedi ve uyudu adam. Cumhan tekrar defterine ne yazmış bununla ilgili sonradan okuyorum: “Tren yolculuğumuz gayet kötü geçti. Doğru dürüst uyuyamadık, çok sıcaktı ve Anıl birazcık kafayı yedi. Fakat dinleyecek pek halim kalmadığı için kısa sürede uyuyakaldım ama berbat bir uyku uyuyabildim.” Allah razı olsun Cumhan.
Evren hasta olduğu için onu uyandırmak istemedim. Son çare uyku ilacını istemek için Zafer’i dürttüm. Zafer de yorgunluğun etkisinden olacak ağır bir uykudaydı ve uyanmadı. Tam olarak uyanmadı yani. Yarı uykudayken ona “Zafer uyku ilacın nerde?” diye sordum. “Çantada” dedi. Çantaya ulaşmak kolay değildi. Yerini tam olarak belirlemek için “Çantanın neresinde?”diye sorunca cevap olarak kısa ve öz bir şekilde “Yok” yanıtını aldım ve Zafer tekrardan uykuya daldı. Daha da uyandıramadım onu. Sonradan sordum bu diyalogu hatırlamıyor. Uyku ilacı da yanında yokmuş zaten.
Yapacak bir şey olmadığı için kompartımandan çıktım. Tren büyüktü baya. Başından sonuna abartmıyorum en az 20 tur atmışımdır sakinleşebilmek için. Alman görevlilerin gözünün içine bakıyorum bir şeyler sorsunlar diye ama nafile. Konuşma başlatmaya çalışsam hiç konuşacak havada değillerdi. En son eşya ve koltuk olmayan bisikletlerin konulduğu ara vagonun ortasına çöktüm öyle kalakaldım yarım saat. Tren bir yerde durdu. Bir an için inmeyi düşünmedim değil. Neyse ki salakça bir şey yapmamışım o gün. Anlamsız bir şekilde oturmaya devam ederken yolculuk başında bakıştığım kız benim tarafa doğru geliyordu. Hemen ayağa fırladım. Konuşacak birini ararken en güzel aday bana doğru geliyordu. Onun olduğu kısma doğru geçmek için ara kapıyı açtım ve tam o sırada tren başka bir durakta durmuştu. Kız açtığım kapıdan geçti (geçmesi için açmışım gibi oldu.) kibar davranışım için olacak bana teşekkür etti, gülümsedi ve trenden indi. Muhteşem gecenin finali de muhteşem oldu.
Kompartımana dönünce Evren’in uyandığını gördüm. Uykusu vardı. Olayı anlatınca “Sohbet edelim o zaman.” dedi ben daha sormadan. Sağolsun. Benim için Interrail’in en güzel hareketidir. (Eyv. karşim selam yolluyorum buradan sana asdhashdff) Evren’le sohbet ederken sızmışım zaten.
Uyandığımda sabah olmuştu ve Berlin’e gelmek üzereydik. Berlin Hauptbahnhof’un 2006 Dünya Kupası için yenilendiğini biliyordum. Gerçekten devasa bir yer olmuş. Trenlerin durduğu yerin 4-5 kat altına kadar alışveriş merkezi yapılmış onun da altında şehrin içine giden metro hattı kurgulanmış.
Berlin Hauptbahnhof |
Kamp alanımız bu sefer şehre baya yakındı. Gara on dakikalık yürüme mesafedeydi. Eski bir spor tesisini çadır kampı yapmışlardı. Hemen yerleşip şehir turu yapmak için ayrıldık. İlk gün Brandenburger Tor ve müzeleri gezme kararı aldık. İkinci güne de Berlin Duvarı ile ilgili yerleri ve hayvanat bahçesini bıraktık.
Brandenburger Tor |
İlk olarak Brandenburger Tor’a gittik. Berlin’in simgelerinden olan kapı Berlin’in en ünlü caddelerinden biri olan Unter den Linden’e açılıyor. Hemen bitişiğinde Michael Jackson’ın çocuğu balkonda şekilden şekle sokup düşüreyazdığı otel var. Caddede yürürken susadım ve hemen yakındaki büfeye gittim. Şansıma büfe Sultan su satıyordu. Ama 1€’ydu su.(Çakallar) Hava çok sıcaktı ve mineralli su içmekten sıkıldığım için aldım hemen. Caddenin sonunda bulunan Museum Insel’e (Müze adası) gelince ilk durağımız olan Pergamon Müzesine giriş yaptık. Giriş ücretini hatırlayamadım ama Interrail’a gitmeden önce aldığımız öğrenci kartı sayesinde indirim almış olabiliriz.
Müze Girişi |
“Öğrenci kartına (ISIC Card) gelince eğer çok müze gezeceğim diyorsanız kartın avantajı oluyor. Ama birkaç müze için maliyeti kurtarmıyor. Birçok yerde Avrupa birliği üyesi olmayan ülke öğrencilerine indirim bile yapmıyorlar malesef.”
Bergama Tapınağı |
Pergamon Müzesi baya etkileyici. Bizden parçalayarak götürdükleri Bergama Tapınağı’nı orada tekrar inşa etmişler. Tapınağı anlatan rehber birkaç parçası eksik diyince nasıl üzüldüm anlatamam. :((( Tapınak dışında müzede irili ufaklı bir sürü heykel ve kalıntı vardı. Müze gezmeyi pek sevmeyen bir adam olarak kısa bir süre sonra sıkılmadım dersem yalan olur. Hatta belli bir yerden sonra sıkılıp kendimi dışarı attım. Gittim dondurma alıp müze merdivenlerinde gölge tarafa yayıldım. Yirmi dakika sonra bizimkiler de çıktı müzeden. Sonradan öğrendim ki fazla bir şey de kaçırmamışım. Pergamon müzesinden sonra sıra hemen yanındaki Altes Museum’a girdik. Altes Museum ve sonrasında girdiğimiz Neues Museum antik çağlarla ilgili materyalleri içeriyordu.
İki müzeyi de dolaştıktan sonra Neues Museum’un önünde oturduk ve “Şu an evde olsak oturup dizi izlerdik. Cipsler, kolalar… Akşam yemeğinde dolma yerdik” muhabbetini yaptık. Bu tarz şeyleri ilk olarak burada konuştuk. Geziye başlayalı çok az olmuştu ama yorgunluk ve sıcağın etkisi bizi bu konuşmaya itmişti. Başkent olmasından mı nedir Berlin de biraz Ankara havası da vardı. Benim için hala Münih Berlin’den daha güzeldir. Müze önündeki fıskiye de serinledikten sonra Berliner Dom önünde fotoğraf çektik. Gerçekten heybetli bir yerdi. Alexanderplatz’a da uğrayıp, akşama doğru geziyi sonlandırdık. Akşam yemeği olarak ton balıklı sandviç ve kuru fasulye pilaki muhteşem ikilisiyle karnımızı doyurduk. Biraz oturup sohbet ettikten sonra uyuduk.
Berliner Dom |
Berlin ilk gün rota |
10 Temmuz 2010 Berlin
Sabah kalkıp duş aldıktan sonra garda kahvaltı yaptık. Yeterli beslenmeme etkisini göstermeye başlamıştı. Güne yorgun başlıyorduk. Bunu biraz telafi etmek için aklıma Amsterdam’a geçerken yol üzerinde bulunan Hannover’deki akrabama uğramak geldi. Annemin bir halası ve iki amcası orada yaşıyordu. Hemen Hatice Hala’ya telefon ettim. Almanya’da olduğumu duyunca şaşırdı. Hannover’den yakınsan uğra der demez “Benden başka üç misafiri daha kabul edersen neden olmasın” dedim. Tabi onları da misafir ederiz cevabını alınca Survivor’da ödül oyunu kazanmışçasına sevindim. Geceye doğru oraya varacağımızı söyledim ve telefonu kapattım.
Gardan çıkıp önce Berlin duvarıyla ilgili yerlere gidecektik. Şimdi bir daha düşününce Berlin’i grup olarak sevmememizin en büyük nedeni yaptığımız saçma rota tercihimiz olabilir. 2010 yılında Almanya’da son yılların en sıcak yaz mevsimi yaşanıyordu. O da bizi vurmuştu. Telef olmamızda onun da etkisi büyüktü.
Burayı ve duvar kalıntılarının
olduğu yerleri dolaştıktan sonra hayvanat bahçesine geçmeye karar verdik. Yaklaşık
40 derece sıcakta yarım saattir yürüyorduk. İki saat önce gezdiğimiz Sony
Center’ın önünden geçip hayvanat bahçesi girişine benzeyen yerde durduk. Burada
turuncu kıyafetli 5-6 işçi gölgede oturmuş, kendi aralarında konuşuyorlardı.
Biz de o sırada giriş ücretini ödeyeceğimiz yeri bulmak için uğraşıyorduk.
Kendi aramızda konuşurken işçilerden biri yanımıza geldi ve “Hayırdır gençler”
dedi. Her 5 kişiden 1’inin Türk çıktığı Almanya’da Türk’e rastlamak hala
şaşırtıyordu bizi.
İşçi
abiye “Tiergarten burası mı abi” diye sorduk. Bir Türk’e niye hayvanat bahçesi
yerine Tiergarten deriz hala aklım almıyor. Abi “Evet Tiergarten buradan
içerisi.” diye cevap verdi. Parayı nereye ödeyeceğimizi sorunca giriş ücretsiz
yanıtını aldık. Sıcaktan
aklımız bulanmış olacak hayvanat bahçesine girişin niye parasız olduğunu
sorgulamadık bile. Oo süpermiş Almanya işte yæ tepkisi verdik sadece. Bu
arada abi son olarak içeriye şişe almadıklarını ve içeride kendimize dikkat
etmemizi söyledi. Bunu da içerideki hayvanları söylüyor heralde bahanesiyle
geçiştirdik. Abinin
bize söylediklerinin birini sorgulasak o gün ordan içeri girmezdik eminim.
Abiyle
vedalaştıktan sonra içeri girdik. Arkamıza da 5-6 kişilik çinli turist grubu
ile İspanyol bir aile takılmıştı. Yaklaşık yarım saat yürüdük
ve hayvanat bahçesinin ana kapısını bulamadık. Arada yanımızdan hızlıca
polisler geçiyordu başka da kimseler yoktu parkta. Parkın iç tarafında
çimenlere doğru yayılmış bir sürü insan vardı. Biraz daha dolandık en son
göletimsi bir yere gelince orada kuğu aradık (parkın hayvanat bahçesine
benzetebilmek için ne kadar çabaladık anlatamam) ama
nafile her haliyle ıssız bir yerdi. Bu arada önce Çinli kafile birer birer
kayboldu. Sonra da İspanyol aile başka yöne gitti. Sularımızı girişte çöpe
attığımız için susuzluğumuz tavana vurmuştu.
Susuz bir şekilde ilerlerken en son coca cola yazılarıyla donatılmış ortasında dev ekran bulunan geniş bir alana çıktık. Acı gerçeği orada bulunanlardan öğrendik. Meğer içeriye girdiğimiz yerin hayvanat bahçesiyle hiç alakası yokmuş. Almancada Hayvanat Bahçesi anlamına gelen Tiergarten Berlin’deki parkın adıymış(!) biz de sürekli Tiergarten diye sorduğumuzdan bizi buraya yönlendirmişler. Bugün de coca cola sponsorluğunda Almanya’nın üçüncülük maçı burada izlenecekmiş. O yüzden içecek bir şey alınmıyormuş içeriye. Dikkatli olma uyarısını almamızın sebebi de bir sürü evsiz insanın burada konaklıyor olmasıymış. Parkta dolaşan polisler de güvenlik nedeniyle dolaşıyordu sanırım. İşin daha da kötü bir yanı vardı. Sınırlı sayıda izleyici alınacağı için parkın diğer bütün çıkışları kapatılmıştı ve gitmek istediğimiz yer giriş yaptığımız yerin tam tersi istikametteydi.
Susuz bir şekilde ilerlerken en son coca cola yazılarıyla donatılmış ortasında dev ekran bulunan geniş bir alana çıktık. Acı gerçeği orada bulunanlardan öğrendik. Meğer içeriye girdiğimiz yerin hayvanat bahçesiyle hiç alakası yokmuş. Almancada Hayvanat Bahçesi anlamına gelen Tiergarten Berlin’deki parkın adıymış(!) biz de sürekli Tiergarten diye sorduğumuzdan bizi buraya yönlendirmişler. Bugün de coca cola sponsorluğunda Almanya’nın üçüncülük maçı burada izlenecekmiş. O yüzden içecek bir şey alınmıyormuş içeriye. Dikkatli olma uyarısını almamızın sebebi de bir sürü evsiz insanın burada konaklıyor olmasıymış. Parkta dolaşan polisler de güvenlik nedeniyle dolaşıyordu sanırım. İşin daha da kötü bir yanı vardı. Sınırlı sayıda izleyici alınacağı için parkın diğer bütün çıkışları kapatılmıştı ve gitmek istediğimiz yer giriş yaptığımız yerin tam tersi istikametteydi.
Hüsrana
uğramış şekilde geri mi döneceğiz şimdi o kadar yolu diye düşünürken. Parkın
kapatılan çıkışlarından birinde bir boşluk fark ettik. O boşluktan caddeye
çıktık ve yolun kenarına oturduk. Cumhan’la biz sinirden gülmeye başladık. Flashforward -> Amsterdam’da daha hazini var bu gülüşün.
Adresten
emin olmak için yoldan geçen birine sormak istedim. Bir tane çocuklu ablayı
durdurdum. Hem almanca hem İngilizce sordum. Özellikle zoo diyip durdum. Almanca
sorarken Das Zoo der demez Der Zoo diye
düzeltti hemen abla.(real grammer nazi) Ablam vücut diliyle uzak ya buradan
mesajını verince moralim bozulmadı değil. Daha sonra bulunduğumuz caddeyi takip
etmemizi tabelaları göreceğimizi söyleyip yanımızdan ayrıldı. Biz de
yürüyüşümüze devam ettik. Yolun üzerindeki Kore Büyükelçiliği’nin bahçesindeki
çiçeklere su fışkırtan aparatın suyu dışarı kadar geliyordu. Onun altından
geçip serinledik. Yolun çoğu bitmişti. Hayvanat bahçesine giriş yaptığımızda
tüm bu yorgunluğa değecek bir şeyler görmek istiyorduk fakat sonuç yine hüsran
oldu.
Darıca
Hayvanat bahçesinden hallice bir yerdi. Tamam belki hayvan çeşidi daha fazla
ama hayvanlar bozulmuş çalışmıyorlar
bildiğin. Sen kangurusun yürüyerek dolaşmak yakışır mı sana ya? Biraz zıpla da
bir anlamı olsun. Penguenler desen güney kutbu tribindeler. Çoğu kıpırdamıyor
bile. Maaş kuyruğunu girmiş gibi ayakta bekliyorlar. (Zafer penguenlere söverken önündeki direği
görmeyip kafasını direğe çarptı bu arada. -> Günün en komik anı) Pandası
desen hayata küsmüş psikolojik yardım alması lazım. Üç gram kalan neşem de
orada bitti zaten.
Onun dışında tüm bahçeyi dolaştıktan sonra kamp alanına geri dönüp eşyalarımızı aldık ve Hannover’e gitmek üzere gara geçtik.
Depresif panda |
Yürüyen kanguru |
Buz tutmuş penguen |
Sana diyecek bir lafım yok ayı kardeş. |
Onun dışında tüm bahçeyi dolaştıktan sonra kamp alanına geri dönüp eşyalarımızı aldık ve Hannover’e gitmek üzere gara geçtik.
Evren Cumhan Zafer Anıl TOPLAM
Zürih 7 9 6,5 7 29,5
Münih 8 8 7,5 8,5 32
Berlin 6 8 5,5 6 25,5
Zürih 7 9 6,5 7 29,5
Münih 8 8 7,5 8,5 32
Berlin 6 8 5,5 6 25,5
II. BÖLÜM : “Çakıyı çıkar çabuk!”
11-18 Temmuz 2010 (Hannover-> Amsterdam -> Brüksel -> Paris)
(ÇOK YAKINDA)